13 Ekim 2010 Çarşamba

Ağustos 2009 Peyregrand- Pireneler






Bugün Murat'ın okuldan arkadaşları Pascal, Felix ve Estelle ile birlikte Pirenelere trekking yapmaya gidiyoruz. Daha önce Murat'ın da benimde böyle bir deneyimimiz olmamıştı. Pascal, Murat'ın okuldaki danışmanı ve çok iyi arkadaşımız. Dağcılık ve tırmanış konusunda inanılmaz tecrübeli..Everest'e tırmanmış, Pireneleri 27 günde sadece kayakla bir baştan bir başa yürümüş , tam bir doğa insanı... Grubumuzun lideri doğal olarak Pascal dı. Estelle Pascal'ın kız arkadaşı o da Pascal gibi devamlı dağlarda, zaten ikisinide hafta sonu ve tatillerde Toulous'da bulamak hemen hemen imkansız ikiside ya tırmanışta ya yürüyüştedirler. Felix, Alman bir arkadaşımız, o da devamlı olarak trekking yapanlardan. Anlaşılan bu işe tek yabancı bizmişiz:))) Öğlen saat 12 de buluşup yola çıktık . Arabayla 1,5 saat yolculuktan sonra parkurun başına geldik. Öğlen yemeği ve ertesi gün kahvaltısını Muratla beraber ben üstlendik. Öğlen için ekmek arası köfte( tam türk işi oldu) ve ertesi gün kahvaltı için enerji deposu olsun diye havuçlu cevizli kek ve poğaça...

Öğlen yemeğimizi yedik ve son hazırlıklarımızı yapıp parkurun başlangıç noktasına geldik. Açıkcası parkurun ne kadar zor ya da kolay olduğu hakkında bir bilgim yoktu. Sadece Pascal bizi düşünerek kolay parkur seçtiğini söylemişti. Yürüyüşe başlar başlamaz devamlı olarak yokuş çıkmaya başladık. Pascal keçi gibi, heryere inanılmaz rahat tırmanıyor. Onun hemen arkasında Estell ve Felix en arkada da Murat ve ben...Grubun temposunu bozmadan onlarla beraber yürüdük.

Akşam saat 7 gibi kamp alanımıza geldik ve çadırlarımız kurup yemeğimizi yedik. Fransızlar dört dörtlük yemek yemekten hoşlanıyorlar.( salata, ana yemek, peynir tabağı, tatlısı ve mutlaka şarap) Fakat dağların ortasında böyle bir menü imkansız gibi gelsede,Estell çantadan teker teker tüm bunları çıkardı..... Şarap bile taşımışlardı:))) Yemek yiyip biraz sohbet ettikten sonra hepimiz çadırlarımıza yerleştik. Bizim kendi çadırımız böyle uzun süreli yürüyüşler için oldukça büyük ve ağır, bu yüzden Pascal'dan ödünç bir çadır aldık. Ama ne çadır!!!! Tam tamına 2 kişilik, yattığınız pozisyonu asla değiştirmeye olanak yok sağdan sola dönemiyorsunuz, çadırın tavanı ise yüzünüzden tam 1 karış yukarıda....

-Bu çadırlar bize ait değil, bu yüzden bu inekçikler bizi rahatsız etmedi ama çadırın sahipleri için aynı şeyi söyleyemiyeceğim...

Kahvaltıdan sonra çadırlarımızı toplayıp çantalarımızı kamp yaptığımız alanda bırakıp yürüyüşe devam ettik. Çantasız yürümek çok daha rahattı fakat dünün yorgunluğu yavaş yavaş kendini gösteriyordu.Başlangıç seviyemizden yaklaşık olarak 2500 metre tırmanıp hedeflenen zirveye ulaştıktan sonra dönüş için harekete geçtik.

Aşağıda resmini gördüğünüz bu muhteşem göl hepimizi görür görmez büyüledi. Daha önce böyle bir renge sahip göl görmemiştim. Bu göl eriyen karların oluşturduğu bir göl...

Öğlen yemeğimizi bu gölün kenarında yemeğe karar verdik. Zirveden aşağıya indiğimizde hepimizin tek bir düşüncesi vardı. Bu suya girip biraz serinlemek biraz günün yorgunluğunu atıp rahatlamak.... Nitekim hepimiz birden kendimizi suda bulduk.Fakat su inanılmaz soğuktu suya atladıktan sonra o 3-5 metrelik mesafeyi nasıl yüzdüm nasıl karaya attım kendimi hiçbir fikrim yok tek hatırladığım nefesimin soğuktan kesilmesiydi....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder