Aralık ayında yaptığımız Almanya seyahatinden sonra koskoca bir kış geçti. Kış dolayısıyla hiç bir yere gitmedik. 2 hafta önce ablam, eşi ve iki tatlı ufaklıkla beraber bizi ziyarete Toulouse'a geldiler. Onlarla da Toulouse, Carcassonne ve Bordeaux turu yaptım.Oldukça güzel ve yoğun geçen 1 haftadan sonra onlar İstanbul'a geri döndüler.
Geçen hafta perşembe günü tatildi. Burada perşembe günü tatil olunca cumada tatil oluyor. Haritayı önüme açıp acaba nereye gitsek diye düşünürken Bordeaux'un üzerinde atlantik kıyısında bir şehir gördüm. İnternetten resimlerine bakınca oldukça güzel gözüküyordu. Kursta ki fransızca hocalarımda çok güzel bir yer olduğunu söyleyince Meksikalı arkadaşımız Lyd'ide alıp La Rochelle'e doğru yola çıktık. Cuma sabahı saat 9 da Toulouse'dan hareket ettik. Önce Bordeaux oradan da Paris tabelalarını takip ederek La Rochelle'e 5 saatte ulaştık. Hava durumu ne kadar hava yağmurlu dediysede inanılmaz bir sıcaklık bizi karşıladı. Önce kalacağımız kamping'i arayıp bulduk. 3 kişi ve araba dahil geceliği 27 euroya, havuzlu oldukça güzel bir kamping bulduk. Kampingteki yerimiz kesinleşince hemen şehir merkezine doğru yola çıktık. Kamping ile merkez arası yaklaşık 10 dakikalık bir mesafeydi. Araba için yer bulmak biraz problem oldu tüm otoparklar doluydu. Ve merkezden biraz uzaklıkta arabaya yer bulup yürüdük. La Rochelle genellikle fransızların tatillerini geçirmek üzere geldikleri trustik bir bölge, Murat bir iş için 2 günlüğüne buraya daha önce gelmişti ve her yerin kapı duvar olduğunu bugünse inanılmaz kalabalık olduğunu söyledi. Fransa'nın her şehrinde olduğu gibi burada da tüm mimari bizi etkiledi.
Oldukça eski yapılar olmalarına rağmen halen dimdik ayakta ve kullanımdalar. Şehre ilk girdiğimizde bizi şehrin pazar yeri karşıladı. Normalde Toulouse'da tüm pazarlar sabahtan saat 1 e kadar açık olurlar. Fakat burada 13:30-20:30 arası açıkmış. Pazara daha sonra kampinge dönerken uğradık ve meyve ve ekmek aldık.
La Rochelle şarap ve tuz ticareti ile 12. yüzyılda gelişmeye başlamış, bir balıkçı köyü olarak 10.yüzyılda kurulmuş. 1945 yılında ikinci dünya savaşı sırasında Alman denizaltı üssü olarak kullanılmış. Şehir meydanı eski iskele olarak adlandırılıyor. Oldukça yoğun bir kalabalık vardı.
Bizde sıcağın bize izin verdiği sürece gezip bol bol fotoğraf çektik. Tam merkezde 1 adet plaj vardı. Çoğu kişi denize girip güneşleniyordu. Bunun dışında başka bir plaj gözüme ilişmedi.
Saat 7 ye doğru kampinge dönüp çadırlarımızı kurup yemek için hazırlık yaptık. Açık hava sessiz ve yemyeşil bir ortamda evimizde bahçede keyif yapar gibi yemeğimiz yedik ve tatlı güzel sohbet ettik. Arkadaşımız Lyd bizden türkçe öğrenmeye çalışıyor ve bu yüzden bizi çok güldürüyor.
Akşam yemeğinden sonra tekrardan şehir merkezine gittik. Sanki gece daha da kalabalıktı. Tüm restaurantlar ve sokaklar tıka basa insan doluydu. Bizde aralarına karışıp cadde boyunca tipik yazlık yerlerde kurulan tezgahlara göz attık. Tezgahlarda birbirinden ilginç ürünler sergileniyordu.
Ertesi sabah erkenden uyandık. Kahvaltının ardından çadırlarımızı toplayıp Ile de Ré ye doğru yola çıktık.( Ile fransızcada "ada" anlamına geliyor. "Ré adası" ) Kampingle ada arası yaklaşık 15 dakika sürüyor. Adayı anakaraya 3 km uzunluğunda bir köprü ile bağlamışlar. İsterseniz bu köprüden yürüyerek adaya geçme imkanınız var. Çoğu kişi köprünün girişine arabalarını park edip bisikletlerine binip adaya geçmeyi tercih ediyordu. Adada bisiklet kiralama imkanınızda var. Ama yaya olarak adayı gezicem derseniz bu biraz zor gözüküyor. (Yüzölçümü
85,32 km2 ) Biz arabamızla geçip adayı gezdik. Köprüden geçiş ücreti 9 euro.
Fransa içerisinde gezdiğimiz tüm şehir ve kasabalardan sonra burası bana oldukça kurak geldi. Dünün yorgunluğu sıcakla birleşince hepimiz perişan olduk. Her fırsatta kendimizi arabaya atıp durduk.
Ile de ré'de bu eşekler çok meşhurdu. Her yer de fotoğrafları ve çeşitli hediyelik eşyaları doluydu. Ben ne kadar altındakini pijamaya benzetsemde bunlara külotlu eşek diyorlardı. Daha önce hiç bu kadar bakımlı ve güzel eşek görmemiştim. Benim gördüklerim hep gariban sırtında tüyü kalmamış,yürümeye mecali olmayanlardı. Bu garibanlarda sıcağın altında çocukları iki adım gezdirip fotoğraf çektiriyorlardı.
Gelincikler arasında bulunan bu harabe Abbaye Notre-Dame-de-Ré katedrali, 1150-1190 yılları arasında yapılmış. Adanın en önemli siyasi merkezi olarak kabul edilmiş. Bir çok kere yıkıma uğramış. 1574 yılında tamamen terkedilmiş. 1997 yılında yeniden restore edilmiş.
Phare des baleines (balina deniz feneri)
Bu fener adanın batı ucunda yer alıyor. 1849 yılında yapılmış ve 1854 yılında çalışmaya başlamış. İçerisi müze olarak gelen turistlere hizmet vermekte. Aşağıda ki resim ise okyanusda meydana gelen gel gitlerin sonucu açığa çıkan görüntü.... Bir çok turist normalde sularla kaplı alanda yürüyüş yapıyorlar.